merhaba,
tanımayanlar (yaklaşık 7 milyar insan) ve bana dair bazı detayları hayatında duymayanlar için (yaklaşık 7 milyar + 1): 50 yaşına eylül ayında girdim. sıfır kutlama. doğumgünlerinde yok olmak isteyen kadrodayım. 92 yılından beri medyanın her köşesinde çalıştım. televizyon, dergi, radyo, gazete. hatta uzun bir süre girdiğim her dergide astroloji bölümünü de bana emanet ettiler. çok güzel tutturuyordum. para gelecek gibi değil de, o kalbini kırdığının haklı olduğunu göreceksin, git özür dile istersen gibi şeyler yazıyordum. çünkü ilk özür dileyen olmayı hep çok sevdim.
istanbul’da yaşadığım 40 senede yaklaşık dört evin hatırasıyla, new york’a taşındım. 10 senedir buradan oraya yüzlerce yazı yazdım, yayınlara çıktım. burada new york yabancı basın kadrosuna girdim, burada polis departmanından alınması en zor kartlardan biri olan basın kartını aldım, burada davaları takip etmeye başladım. her şey amerika’yı biraz daha anlamak için mi diye düşünüyorum ama aslında buralı olmam, kendimi bir yere ait hissetmem bir çamaşır makinamız olmadığı için daha kolay oldu. o filmlerde gördüğümüz romantik laundry’lere hiç rastlamadım. bazı makinaların üzerine ‘bozuktur ellemeyin’ yazıyordu ya da ‘bu makina yönetime aittir!’ o romantik filmlerdeki makinalarda bu yazıyı hiç görmezsiniz, göstermezler çünkü. 30 yıldır profesyonel olarak yazı yazıyorum. notere gidip, tapusunu aldığım bir şeyim bile yok ama bir kitabım var. yıllardır ikincisini yazacağım. 1. taslak, 3. taslak, sonsonsontaslak olarak bilgisayarımın masaüstünde duruyor. kendim için print edip çekmecemde tuttuğum bir şey var ama başına her an her şey gelebilir. riskli durumda olduğunu kendisi de biliyor. çünkü o kopyayı her an atabilirim de her an çok sevebilirim de. çünkü yazı yazmak böyle bir şey. insan kendi cümlelerine dönüp bakıp, ‘ay harika yazmışım’ diyebiliyorsa ben o insan değilim. olamam da. zor yani. çok zor.
yıllarca 3. sayfa haberleri yazdım. üç satırlık ölüm haberlerinden o insanların ailelerini, arkadaşlarını bulup, hikayenin en başına dönmeye çalışıyordum. sayfanın adını da 3. SAYFA koymuşlardı, ülkenin en üzücü hayat hikayelerini yazarken çok insan tanıdım, çok şey öğrendim, tanımadığım onlarca insanın evinde, koltuğunda oturup, çay içtim, tanımadığım insanların helvalarını yedim, arkalarından rahmet okudum. üzücü de olsa kariyerimin nereye savrulacağını az çok o yıllarda anladım.
yıllarca türkiye’nin önemli simalarına dair profiller yazdım. kimi onlar yaşarken, çoğu onlar hayatlarını kaybettiğinde. hepsinin içinde hem bilgi hem de aslında aklımızdan geçenlerin olmasına özen gösterdim. yazımı herkes çok özenle yayınladı. birkaç yer hariç. çok iyi editörlerle çalıştım. bazıları hariç. çok iyi yayın yönetmeleri de girdi hayatıma, bir iki tanesi hariç. çoğu ufkumu açtı. çalıştığım yerlerde üç kuruş maaş aldığım için hep çok yürüdüm. taksiye bineceğime sinemaya gittim, sayelerinde hayatta öğrenemeyeceğim kadar çok şey öğrendim. yürürken tanıyamayacağım kadar insan tanıdım. bir daha yüzünü hiç görmeyeceğim insanların hikayelerini can kulağıyla dinledim.
şimdi size buradan her hafta sizin de tanımanıza değer insanlar, bilmeniz gereken hikayeler, ‘şuna bi’ bakın allah aşkına’ diye düşündüğüm davaları içeren yazılar yazacağım. yani inşallah. yorum kısmı açık olacak isterseniz yorum yazarsınız isterseniz mail atarsınız yani diyeceğim şu siz de bana yazın. başka şeyler de olacak mı? evet. belki bir dertleşme odası açarız, tarif bile verebiliriz birbirimize ya da eksik tarif veren akrabalarımızı çekiştiririz :) bir de buralarda bir podcast olacak, ama o kadar üzücü bir mesele ki, planını projesini yaparken bile üzülüyorum. çok gerek var mı üzülmemize? emin olamıyorum. ama konusu çok önemli, hepimizi ilgilendiren bir durum.
özetle, diyeceğim şey bundan sonra buradayım. umarım siz de benim yanıma gelirsiniz.
çünkü bir de aslında en başta dedim ya, insan kendiyle bile zor tanışıyor, hatta çok zor barışıyor. (ben mesela herkesten özür dileyebilen ben, kendimden bir kere bile özür dilemedim, yazık)
ve biz çoğunuzla hiç karşılaşmadık, ama tanışıyoruz. belki siz beni saç tellerimin yavaş yavaş ağarmasından, kültablasına zor yetiştirdiğim sigaramın külünden, rüzgarlı ve soğuk havayı sevmemden, yazla başa çıkamayışımdan, gidenlerimden, kalanlarımdan, bir anda içinde olduğumuz yılı unutmamdan, günleri karıştırmamdan, buzdolabının sarı ışığında uzun uzun raflara bakıp ‘ben niye buraya gelmiştim?’ diye sormamdan tanıyorsunuzdur. muhtemelen ben de sizi o hep yamuk kestiğiniz kâkülünüzden, evde ayrı işte ayrı verdiğiniz mücadeleden, çorapları eşlerken açıkta kalmasınlar diye lacivertle siyahı eşleyip nasılsa kimse görmez deseniz de öteki tekleri hep aramanızdan, dolmuşta kimsenin omzunu dürtüklemeden para uzatmanızdan, çocuğunuzun komikliğinin size çekmesinden, gün içinde arkadaşınızın size attığı havadan, sizin o esnada cevap veremediğiniz için gün boyunca içinizden ona cevaplar vermenizden tanıyorumdur. öyle denk geldik birbirimize. coğrafyamızın kaderi, üzüldüğümüz günler güldüğümüz günlerin sayısını geçince birbirimizi daha iyi tanıdık. masamızı pencerenin önüne çektik. önümüz, ha yeşerdi ha yeşerecek diye beklediğimiz bir bahçe, arkamız mezarlık oldu. birbirimizi ortak hafızamızdan, kaybolan eşyalarımızdan, kaybolan anılarımızdan, yakamıza taktığımız siyah beyaz fotoğraflardan, karşılıklı göbek atacağımız günlerin umuduyla tanıyoruz.
turgut uyar’ın kısacık cümlesi birbirimizi bulmamız için yazılmış gibi: "'Öyle şeyler gördük ki unutmam artık . Unutma artık ..! ' Unutmayalım artık.’
İşte bu yüzden çetele koydum adını. susarsak unuttuk, aldığımız notlara dönüp geri bakmadık sanmasınlar diye. bundan sonra her hafta benden size doğrudan mail kutunuza veya indirirseniz şayet substack uygulamasına bir yazı gelecek. isterseniz buraya abone olabilirsiniz. durumların farkındayım, herkesin canı burnunda. buraya vereceğiniz abonelik fazla gözükebilir. hiç sorun yok. ben de bu yüzden elimden geldiği kadar ücretsiz içerik paylaşmaya çalışacağım. arada bazı paylaşımlarım abonelikle olacak. eğer durumunuz yoksa ve mesela öğrenciyseniz veya emekliyseniz bana e-mail atmanız yeterli. bir arkadaşınıza hediye etme seçeneği de var bu arada burada, hemen onu da aşağıya ekliyorum.
durumlar böyle. arayı açmayalım.
Elif, gecenin bir körü bunun için uyanmışım demek aniden :) Acayip mutlu oldum ki anlatamam. Sen hep yaz, biz hep okuyalım... Ayrıca, o "ikinci kitap" için de heyecanla bekliyorum :)
Haydi hayırlı olsun.
Süper oldu, süperrrr :)
Yine keşfedecek yeni bir alan yaratman da cabası. Seni belli bir düzende okuyabilecek olmanın mutluluğunun cabası yani. 🌹