'Karnının doyduğu yer evindir!'
Oğlu yok yere 5 yıl boyunca Guantanamo'da tutulan bir Rabiye Kurnaz'ın, inadının, cesaretinin hikayesi. Hesap hâlâ kapanmadı, hâlâ tek bir özür dilenmedi. Sahi adalet neydi? MUBI'de.
İnsanlık tarihine kayıt düşülen karanlık günlerden biriydi 11 Eylül. O günden sonra dünya hiçbir zaman aynı yer olarak kalmadı. Bu tarih, bir intikam çağının başlangıcı olarak kayda geçerken dönemin ABD Başkanı George W. Bush kameraların karşısına geçmiş ülkesinin bütün dünyadan alacağı intikamın ne kadar haklı olduğunu anlatıyordu.
Bütün insanlığın zihninde, ikiz kulelere giren uçakların görüntüsü, kulelerin camlarından kendini aşağıya bırakan insanların bir kağıt gibi aşağıya süzülüşü kalmıştı. Başkan Bush, sağa yatırıp özenle taradığı saçları ve son derece dikkatli seçilmiş kelimeleriyle, Amerikan halkına ‘sizin kanınızı yerde bırakmayacağım, intikamınızı kendi ellerimle alacağım’ diyordu. Amerika’nın uzmanlık alanlarından biri tam da bu değil mi?
Ne güzel, ne kusursuz bir kurguydu seyrettiğimiz. Savaş uçakları düşmanları birer birer yok ediyor, bir pilotun cızırtılı sesinin ardından terör yuvaları bombalanıyordu. Her yeri düşmanlar sarsa da filmin sonunda Amerika o savaşı da kazanacak, seyirciler tertemiz bir savaş filmi seyredecekti. 11 Eylül’de yıkılan binaların enkazının hesabını bütün dünya vermeliydi. Ortada bir enkaz, bir toz bulutu varsa o toz bulutu bütün dünyayı kaplayacaktı, herkesi düşman belleyen bir yönetim, bir başkan ve adamlarının kararına göre bütün dünya o enkazın altında kalacaktı. Amerika başlattığı savaşın haklı bir savaş olduğuna inandı, görünmez bir mahkeme, gözden ırak hapishaneler kurdu ve kararını açıkladı:
Bu enkaza sebep olan herkes tek tek yakalanacak ve yargılanacaktı!
Halbuki ABD 11 Eylül’de yaşananları anlamak için, kaybettiği insanlarının arkasından bazı hukuksuzlukları, adaletsizlikleri düzeltebilirdi. Ama bunu tercih etmedi. Dünyada suçlu ilan ettiği ülkeler ve onların halkları ne pahasına olursa olsun hesap verecekti! İntikam çağından hafızamıza miras kalan görüntülerin çoğu artık dünyanın başka bir yerinden gelmeye başlamıştı. ABD, adaletsizliğin kalıcı üssünde, Guantanamo’da kafesler inşa etmişti. Dünyanın bir ucundan önümüze düşen fotoğraflarda kafalarına çuval giydirilmiş, haklarını savunmalarına, hikayelerini anlatmalarına izin verilmeyen yüzlerce insan o yıkılan kulelerin sebebiydi. Hepsi teröristti, suçlulardı ve cezalarını çekeceklerdi. ABD’nin canı nasıl yandıysa şimdi sıra onlardaydı!
Bizi sarsacak hikaye ise tam da o günlerde yaşanan, gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan, MUBI’de geçtiğimiz günlerde gösterime giren Rabiye Kurnaz vs. George W. Bush filminin hikayesi. Anlatması zor yaşanması daha da zor bu hikaye Amerika’dan, Washington’dan, Beyaz Saray’ın o toz değmemiş koridorlarından çok uzakta 11 Eylül saldırılarının üzerinden henüz daha birkaç hafta geçmişken, Almanya’da Bremen’de başladı.
3 Ekim 2001 sabahı Rabiye Kurnaz, oğlu Murat’ın odasına indiğinde oda boş, oğlunun yatağının üzerinde yeller esiyordu.
Bir arkadaşlığın hasarı, delikanlığının tam da o kanın deli aktığı zamanlar diyelim, birkaç camii ziyaretinin de etkisiyle Murat Kurnaz Pakistan’a gidip birkaç cami gezecek, İslamiyeti biraz daha yakından öğrenecek ve evine geri dönecekti. Turistik bir gezi gibi hayal etmişti herhalde. Halbuki seyahat ettiği tarihler, ayağını bastığı topraklar onun beş yılına mal olacaktı. Kurnaz, 11 Eylül’ün hemen sonrasına denk gelen dönüş yolculuğunda, “Talibancı ihbar edene” verilen 3 bin dolarlık ödülü almak isteyen biri tarafından Amerikan askerlerine teslim edildiğinde hikayenin gideceği yer belliydi. Murat Kurnaz, Türkiye’ye gidecek uçağı kaçırmaktan korkuyordu. Halbuki başına daha ağırı gelecekti. Çünkü ismi Murat Kurnaz’dı, Müslümandı. Senarist Laila Stieler yıllardır, ‘Keşke izleyenler kendilerine sorsalar: Murat'ın adı Murat Kurnaz değil de Thomas Meier olsaydı ne olurdu? Guantanamo'da 5 yıl hapis yatar mıydı?’ diye soruyor. Ama ne bu sorunun cevabı geldi, ne de bir özür.
Çünkü o yıllarda Amerika’nın turuncu üniformalar giydirip, yerde diz çöktüreceği, ‘İşte bunlar yüzünden’ diyeceği insanlara, canlı kanıtlara ihtiyacı vardı. Murat Kurnaz tam da bu profile uyuyordu. Almanya’dan geliyordu, Müslümandı, başlıkta da güzel duruyordu: Alman Talibanı Murat Kurnaz.
Yargının sadece mahkemelerde dağıtıldığı zamanlar sanki yüzyıllar öncesinde kalmış, Murat Kurnaz bir hakim karşısına çıkarılmadan cezası çoktan kesilmişti. Eğer bir insan Guantanamo’ya düştüyse suçluydu. Konu kapanmıştı. Cezasını çekecekti. Bu uydurulmuş senaryoya, bu haksızlığa tek bir kişinin itiraz etmesi yeter miydi? Bir hikayeye bir kişinin inanması yeterli gelir miydi? Yetti. Çünkü Murat’ın annesi Rabiye Kurnaz oğlunu bir daha görmemeye, sofraya tek bir tabak eksik koymaya, oğlunun odasındaki yatağın boş kalmasına dayanamayacağını biliyordu. Üç çocuğu vardı, üç göz ağrısı. Bir tanesi bile eksik olsa kör olacağını biliyordu Rabiye Kurnaz. Kapı kapı dolaşmaya başladı. Oğlunun aklının çelindiğini düşündüğü camiye gitti, imama hesap sordu, polise başvurdu. Nafile. İstediği yanıtı alamıyordu. Aradan aylar geçti. Bir gün oğlu Murat’tan, Guantanamo’dan bir mektup geldi. Rabiye Kurnaz, insan hakları avukatı Bernhard Docke’nin kapısını çaldığında elinde tek bir sayfalık bir mektup, bir de kırılmayan bir inadı vardı. Oğlunu adını, sanını bilmediği, haritadaki yerini bile bilmediği o yerden kurtaracaktı. İnadın aynısından Avukat Docke’de de olduğu için çıkacakları yol uzun da olsa beraber yürümeye karar verdiler.
Evini, hayatını, çocuklarını, kocasını, akrabalarını, tanıdığı tanımadığı insanları sarıp sarmalayan, ana dilinden başka bir dilde bir hayat kuran, çok hızlı düşünen, hayatın dertlerini espri yaparak yumuşatan bu cesur kadını durduracak tek şey ümitsizlikti, bu da onun sözlüğünde yoktu.
Amerikan kongresi o günlerde ülkenin güvenliğinin tehlikede olduğunu tartışıp, yayınlanan binlerce sayfalık raporlarla dünyanın hakkından nasıl geleceğinin analizlerini yaparken, Murat Kurnaz’ın dosyası çoktan işleme konulmuştu. ‘Guantanamo Inmate Database: Murat Kurnaz’ yazıyordu dosyasının tepesinde.
O dönem Murat Kurnaz davasını inceleyen ABD Bölge Yargıcı Joyce Hens Green, Kurnaz’ın yardım, yataklık ettiği veya üstlendiği herhangi bir terör faaliyeti nedeniyle değil, yalnızca terörle bağlantılı kişi veya kuruluşlarla bağlantıları nedeniyle tutulduğunu söylüyordu. ABD’nin elinde tek bir kanıt yoktu. Sadece Kurnaz, yanlış zamanda, yanlış yerdeydi fakat ne onu dinleyen biri, ne de bu haksızlığa son verecek bir makam vardı.
Annesi Rabiye’nin verdiği hukuk mücadelesinden bihaber bir kafesin içinde akıbetini bekliyordu. Sonsuz bir sağırlık, 24 saat açık bırakılan florasan lambalarına rağmen kör eden bir karanlık. Düzenli işkence gören gencecik bir adam. Kurnaz, filmde şahane bir şekilde aktarılan özgürlük kronolojisiyle ancak beş yıl sonra evine dönebilmişti. Evinden çıkıp giden insanla, uçaktan inen ve ailesine kavuşan iki Murat arasında uçurumlar vardı. O uçurumları aşmak yine Kurnaz ailesine ve avukatlarının mücadelesine kalacaktı. Ve de Murat Kurnaz’ın kendisine.
MUBI’de gösterime giren Rabiye Kurnaz vs. George W. Bush filmi bu senenin en güzel, ağlarken bir anda kahkahalar attıracak, dostluğun her türlü haline güveninizi, sonsuz sabrın ne kadar berbat bir yokuş olsa da bazen selametle sonlanabileceğine dair inancınızı hatırlatacak. Kapatıp gidemeyeceğinizi, film sırasında tatlı bir uyku bastırmayacağını, filmi birden çok defalar izleyeceğinizi biliyorum, fakat filmin neresinde ağlayıp neresinde güleceğinizi bilmiyorum. Çünkü bu film birçok şeyin filmi. Almanya’da yaşayan bir Türk ailesinin, bir Türk annesinin kaybetmeye tahammülü olmamasının, düz bir ev kadını deyip geçebileceğiniz bir kadının çok önemli bir insan hakları avukatıyla üç cephede, üç ülkede, üç kıtada verdiği hukuk mücadelesinin, vazgeçmeyişin, inatçılığın, Almanların o mesafeli karakterlerine rağmen Rabiye’nin o duvarları yıkışının hikayesini seyredeceksiniz. Yönetmen Andreas Dresen’in bu konuyu filme çekmek için yıllarca çabalamasını, senarist Laila Steiler’ın yazdığı harika senaryoyu, Ölümlü Dünya’da dünyalar komiği Sevil karakterini canlandıran ve önümüzdeki yıllarda ismini defalarca duyacağımıza emin olduğum Meltem Kaptan’ın Rabiye Kurnaz karakterini nasıl canlandırdığını, Alexander Scheer’in canlandırdığı Berhard Docke’nin tanımadığı bir aile, hayatında görmediği bir evlat için nasıl pes etmediğini göreceksiniz. Ve fonda Murat Kurnaz’ın uğradığı adaletsizlik gölge gibi peşinizi bırakmayacak! Annesine ilk kavuştuğunda zor adım atan, yıllarca ayağında zincirlerle yürümekten ötürü yürüyüşü değişen, gözlerindeki hayat ışığı sönen, saçı sakalı beline kadar uzayan, küçük kardeşinin büyüdüğünü anlamayacak kadar hafızası donmuş, zaman mefhumunu kaybetmiş bir Murat Kurnaz’ın yalnızlığı, özgürlüğü nasıl kaybedip sonra bulduğu hikayesi sizi takip edecek.
Gelelim o intikam çağının en önemli kalelerinden biri olan Guantanamo’ya. Hâlâ açık, 22 yıldır orada duran ve adil yargılanmayı bekleyen insanlar var. Bu enkaz bir günde kalkacak bir enkaz değil. Açılan yaralar da bir günde iyileşmeyecek. Ama hikayenin gerçeğini her zaman anlatacak, en azından enkazın altından da olsa seslenecek birileri olacak. Bu bazen bir şair, bazen bir yönetmen, bazen bir yazarın sesinden hikayenin gerçeğini dinleyeceğiz. Rabiye Kurnaz vs. George W. Bush’da olduğu gibi. Beklenen özürden ise emin değilim. Umarım bir gün Rabiye Kurnaz ve oğlundan ve ailesinden ve canı yakılan tüm annelerden, ailelerden gerçek bir özür dilenir. Gerçi o da siyasi bir fırsatçılığa, bir tribünlere oynamaya bakar! Hayat gibi özürler de politiktir.

İnsan Hakları Avukatı Bernhard Docke Anlatıyor
Meltem Kaptan Anlatıyor
‘Rabiye Kurnaz gibi binlerce anne var, Rabiye Kurnaz o güçlü annelerin bir sembolü. Evladını dünyaya getirdikten sonra, bu evlat için upuzun yollara da giderim, savaşırım da diyen annelerin bu ödülü hak ediyor.’
Filmde Rabiye Kurnaz'ı Meltem Kaptan canlandırıyor. Bazen kim gerçek Rabiye Kurnaz kim Meltem Kaptan dedirtecek kadar rolüyle bütünleşen, çoğu az, azı çok büyük bir oyunculukla, çenesinin titremesiyle ve kahkasıyla karşımızda Murat Kurnaz'ın annesini, yaşadıklarını neredeyse onun kadar anlatan bir oyuncu var. Yönetmen Andreas Dresen da Meltem Kaptan ile çok doğru bir seçim yapmış. Çünkü rolünde tamamen korkusuz, oğlunu kurtarmanın yollarını arayan bir kadının kararlı iyimserliğini vicdanlı bir şekilde somutlaştırıyor. Kaptan, doğru anlarda durumun ciddiyetini, bir annenin gözyaşşlarını öyle nefis gösteriyor ki siz tam filmin bir yerinde gülecekken, gülemiyorsunuz. Meltem Kaptan, umutla sabrı yan yana koyan Rabiye Kurnaz’ı şahane canlandırıyor.
Ve aslında Kaptan’ın Kurnaz ailesinin hikayesine denk gelmesi filmle beraber olmamış. Öncesi var. Hani insanın denk geldiği bazı hikayelerin, hayatının devamında da karşısına çıktığı anlardan biri! Ta 20 yıl önce yaşanmış. Meltem Kaptan, annesi ve babasıyla bir akşam evlerinde televizyon seyrederken, bir talk şovun konuğuymuş Murat Kurnaz. Serbest kaldıktan sonra katıldığı ilk program. Meltem Kaptan o akşama dair hafızası taze:
‘Murat Kurnaz’ın o kırmızı kızıl saçlarını, upuzun sakalını çok iyi hatırlıyorum. Ve o yavaş yavaş konuşmasını, yaşadığı olayları ve bir dram yaşadığını tamamen konuşmasından anlayabiliyordunuz. Annem, babam ve ben onu büyülenmiş ve şok olmuş bir şekilde seyretmiştik. Fakat ondan sonra bu konu hakkında bir şey söylenmedi. Görünümünden çok etkilenmiştim. Bu konu kaybolup gitmişti. Ve yıllar sonra bu film teklifi gelince arada nelerin olup bittiğini, o hukuki sürece dair yazılmış her şeyi okudum. Murat Kurnaz'ın yazdığı 'Hayatımın 5 yılı' adındaki kitabı ve yaşadığı bütün işkenceleri okuyunca tüylerim diken diken olmuştu. Karaktere hazırlanmak için önce bulduğum, kısa kısa da olsa tüm Rabiye Kurnaz röportajlarını dinlemeye başladım. Çünkü Rabiye Kurnaz'ın konuşması Almanya'da yaşayan bir Türk'e has bir konuşmaya da benzemiyor. Onun konuşması sadece Rabiye Kurnaz'a has, sadece kendine özel bir tarzı var, biraz Bulgaristan göçmenleri gibi sanki, içine biraz Karadenizlilik karışıyor da gibi… Ben de Rabiye Kurnaz'a ilk olarak sesinden yaklaşmaya, temposundan, diksiyonundan yaklaştım. Daha sonra da zaten Rabiye Kurnaz'ın kendisiyle tanıştım. Çok fazla vakit yoktu, filmin çekimlerine başlanacaktı, Rabiye Kurnaz’ın jestlerini mimiklerini kapmaya çalıştım. Bir de beni arabasına bindirdi, çünkü onun gibi son sürat araba kullanmam gerekiyordu. Ehliyetim olduğu halde yıllardır araba kullanmıyordum. Filmde Rabiye Kurnaz gibi araba kullanmak zorunda kaldım. Benim için ona yaklaşmak çok önemliydi. Onunla tanıştığımda, ne kadar espritüel bir insan olduğunu fark ettim. Espri onun için bir güç kaynağıydı. Çok ilginç bir kadın Rabiye Kurnaz. Filmin hikayesinde beni cezbeden bu hikayede her duygunun birarada olmasıydı.’
Rabiye Kurnaz’ı canlandırırken nelere özen göstermesi gerekmiş, Kaptan anlatmaya devam ediyor: ‘Rabiye Kurnaz size bir dakika içinde bütün duyguları yaşatıyor. Lunaparklarda olur ya, roller coasterlar, onunla tanışmam da sanki bir duygusal roller coaster gibiydi. Filmde tüm bu karmaşık duyguların yansıtılması çok önemliydi. Evlatlarının filmden sonra bana 'Biz sizde annemizi gördük' demesi aldığım en güzel iltifatlardan biriydi. Rabiye Kurnaz da bana 'Ben oynuyormuşum gibi, sanki bu benim' demesi beni çok mutlu etti. Ona yaklaşabildiğimi anladım. Kendisi bir de bana, 'Meltem hanım, biz o zamanlar medyadan hiç ilgi göremedik. Ben evladımı tekrardan hayata kazandırdım ama bizim hikayemiz çok az anlatıldı’ dedi ki son derece haklıydı. Ve ayrıca o gün yaşanan haksızlıklar hala var ve Guantanamo hala duruyor. Ve kimse hatalardan ders çıkarmıyor, maalesef öğrenmiyoruz, bazı şeyler çok zor değişiyor.'
Meltem Kaptan Rabiye Kurnaz rolüyle, uğradıkları her festivalden ödülle dönüyor. Çok önemli ödüllerinin arasında Berlinale'de aldığı ödül var mesela.
Kaptan altını çizerek Rabiye Kurnaz rolünü ödül alsın diye kabul etmediğini, aslında hikayenin ve Rabiye Kurnaz’ın gücünden çok etkilendiğini anlatıyor. Uzun bir süre kendi kendine ‘ben bu kadının yerinde olsaydım ne yapardım, bu yolu gidebilir miydim, bu güce sahip olabilir miydim?’ diye sormuş. Kaptan'a göre Rabiye Kurnaz'ın gücü hem annelikten gelen o güçten hem de Rabiye Hanım'ın espri yeteğinden besleniyor. Kaptan da Rabiye’nin hayatını oynarken, seçtiği yolu gösterirken her zerresiyle bu rolün hakkını vermek istediğini anlatıyor. Vermiş de. Bu kadar şahane bir oyunculuk uzun süre konuşulucağa benziyor. (Buraya alkışlar geliyor!)
Kaptan, bu filmdeki rolüyle Almanya'da Oyuncu Sendikası'nın verdiği ödülü de almış. Bu ödül oyuncuların oyunculara yani meslektaşların birbirine verdiği bir ödül ve oyunculuğa ne kadar çaba harcadığını, kendini işine adayıp adamadığını kanıtlayan bir ödül. Ödüllerinin hepsinin yeri ayrı ama bunun anlamı bambaşka Meltem Kaptan için.
Ödüllerini annelere adayan Meltem Kaptan’a göre Rabiye Kurnaz gibi binlerce anne var ve Rabiye Kurnaz bu hikayeler için bir sembol. ‘Evladını dünyaya getirdikten sonra, bu evlat için upuzun yollara da giderim, savaşırım da’ diyen annelerin bu ödülü hak ettiğini söylüyor. Ve onun da idolü annesi. Kaptan'ın annesi bir öğretmen, gönlü kalbi geniş, herkesi evladı gibi kabul eden, eleştirmeyen, hoş görülü bir insan. Dolayısıyla en önemli şeyleri annesinden öğrendiğini anlatıyor. Demek ki bir ödül de bu durumda Melek Kaptan'a gidiyor.
Meltem Kaptan son günlerde çok yoğun. Kariyerinin bugün geldiği noktada onu en çok sevindiren şeylerden biri, mesela sürekli aslan yürekli bir anne rolü değil de, farklı farklı rol teklifleri alması! Ve bir de sadece Türk kadınlarını oynaması da talep edilmiyor. Kaptan son rol aldığı bir filmde Alman bir komiseri canlandırıyor. Umuyorum kendisini daha uzun yıllar kimbilir belki bir gün kadın Alman Başkanı rolünde de seyrederiz. Bir başka anne, Mutti (Merkel) rolü yakışmaz mı Kaptan’a? Bence çok yakışır.
Berlinale’de en iyi senaryo ödülünü alan Laila Steiler, Murat Kurnaz’ın hikayesiyle yönetmen Andi Dresen sayesinde tanışmış. Laila Stieler da bu fikri en başından beri sevmiş, çünkü hikayeyi annenin gözünden bu özgün haliyle anlatmanın evrensel bir yönü olduuğunu düşünüyor. Bir de senaryoyu kaleme aldığı yıllarda ergenlik çağında bir oğlu olduğunu ve Rabiye Kurnaz’ın yaşadığı endişe ve korkuyu tahmin edebildiğini vurguluyor. Yönetmen, hikayenin gerçek kahramanları, yapılan toplantılar derken tüm bu görüşmeler sırasında Laila Stieler hikayenin ana karakteri Rabiye Kurnaz ile tanışıyor ve ona ilk görüşte aşık oluyor. ‘O sadece harika bir insan değil, aynı zamanda bir yazar olarak benim için bir hediyeydi’ diyor Laila.
Bu film aslında sabır üzerine bir film. Günler, aylar ve hatta yıllar geçerken, Rabiye Kurnaz ve avukat Docke’nin mücadelesi sırasında aslında Murat'ın hikayesinde hiçbir ilerleme olmaz. Fakat senaryoda ve filmde siz bu yavaş ilerlemeyi görmezsiniz. Çünkü filmde siz de anne Rabiye hanım ve ailenin diğer üyeleri ile saymaya başlamışsınızdır.
‘Bernhard Docke bir keresinde şöyle demişti: Murat'ın zaferi sabrın zaferidir. Bu akıllıcaydı ve üzerimde derin bir etki bıraktı. Aynen öyle yazmak istedim. Ama bunu bir filmde nasıl tanımlarsınız? Sabır ve bekleme. Murat'ın tutukluluk günlerinin sayısı hikayeyi daha parçalı anlatmamı sağladı. Sonra tabii ki Bernhard karakteri vardı. Zaman zaman öfkesine yenik düşse de kişiliğinde sabırlıydı. Ve Rabiye. Hikayenin dramaturjisini onun karakterine dayandırdım. Üç perdelik bir yapı gibi değil, daha dairesel, spiral gibi. Benim için hikayedeki gerilim Rabiye Kurnaz’ın bu strese, bu mücadeleye dayanıp dayanamayacağıydı! Ya vazgeçerse. Ve bu soru benim için hikayedeki ana mesele oldu: Buna dayanabiliyor musun? Bir insan, bir anne ne kadar güçlü olabilir?’
Laila Steiler, Rabiye karakterinin bir annenin vücut bulmuş hali olduğunu söylüyor, hem de tüm aydınlık ve karanlık taraflarıyla. Stieler, senaryonun yazım aşamasında Rabiye Kurnaz’la sadece başına gelen acıları konuşmakla kalmadıklarını, bolca güldüklerini anlatıyor. Rabiye Kurnaz’ın hayatta kalma stratejisini anlamak için çok sohbet etmişler, her halini, kullandığı atasözlerini dahi not almış ve senaryoyu da defalarca yazmış. Gümüş Ayı’yı evine götüren Stieler, en severek yazdığı karakteri ise sır tutuyor. Bir tahminim var benimki de bana kalsın.
Yorumlarınızı merak ediyorum. Hayatımızın çoğu mücadeleyle geçtiği için bu kadar güzel anlatılan, bizi adım adım o yıllarca süren hukuk mücadelesinin içine çeken filmi siz de sevecek misiniz, belki biraz olsun ümitlenecek misiniz acaba? Ve asıl siz de benim gibi Rabiye Kurnaz’a aşık olacak mısınız? Sizin de o mutfak sahnelerinde benim gibi gözleriniz dolacak mı? Bir de filmin sürprizli doğumgünü sahnelerinde siz de kahkahalarla gülmekle boğazınızda bir yumrukla oturmak arasında kalacak mısınız? Ve siz de Rabiye Kurnaz arabasına atladığında görünmez emniyet kemerlerinizi bağlayacak mısınız? Oğluna kavuştuğu an, Murat Kurnaz yavaş yavaş yürürken sizin de bileklerinize o kelepçelerden takılmış gibi olacak mı? Yorumlarda buluşalım!
für die Mutter Rabiye! 🖤
Rabiye Kurnaz vs. George W. Bush hikayesine dair okumalar ve araştırmalar yaparken denk geldiğim dosyaları, yüzlerce haberi buraya koymak isterdim. Lakin o kadar çoklar ki ve bu o kadar uzun bir hikaye ki. 20 yıldan bahsediyoruz. Merak eden olur belki diye bazı notlar aşağıda. Bu arada, Murat Kurnaz serbest kalana ve kaldıktan sonra ülkelerarası tartışmalar sürmeye devam ediyor. Bunlardan biri de Murat Kurnaz’ın serbest kaldıktan iki yıl sonra ABD Senatosu’na video konferans yoluyla bağlanması ve insan hakları komitesine Guantanamo’da yaşadıklarını anlatması.
ABD hukuk sistemi tutukluların mahkeme süreçlerinde ve serbest kalma ihtimallerinin değerlendirilmesi için mektuplar talep ediyor. İnfaz memurlarının cezayı ve kararı değerlendirmesi için el yazısıyla yayınlanan mektuplar ve raporlar https://int.nyt.com/data/documenttools/75914-isn-61-murat-kurnaz-administrative-review-board/f671012a1031280f/full.pdf
Murat Kurnaz’ın ABD Senatosu’nda yaptığı konuşma
Yer: Washington’da Rayburn House ofis binası.
Oda numarası: 2171.
Tarih: 20 Mayıs 208
Komite: İnsan Hakları ve Gözetim Alt Komitesi
Murat Kurnaz
‘Guantanamo gibi bir şeyin ABD tarafından yaratılacağını hayal bile edemezdim’
2008 yılında Amerikan Senatosu’nda Guantanamo’daki uygulamalar hakkında ifade veren Kurnaz o korkunç günlerini anlatıyordu. Kurnaz, Kandahar ve Guantanamo'daki tutukluluğunun bir kabus olduğunu, yanlış bir şey yapmadığı halde bir canavar gibi muamele gördüğünü söyleyecekti. Karşısında onun hikayesini dikkate alacak bir yasa ve yargıç yoktu, sık sık kendisine 21. Yüzyılda bunun başına nasıl geldiğini soruyordu.
Kurnaz, Almanya'da Avrupa ülkelerinin suçlarını ve Amerikalıların İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanlara hukukun üstünlüğünü öğretmeye nasıl yardım ettiğini öğrenerek büyüdüğünü söylemişti senatoda kendisini dinleyenlere. Ona göre Guantanamo gibi bir şey ancak fakir, zalim veya cahil bir ülke tarafından geliştirilebilirdi. Bunun ABD tarafından yaratılacağını asla hayal edemezdi. Yaşadığı derin bir hayal kırıklığıydı.
Kurnaz tane tane senatonun üyelerine anlatıyordu: ‘Guantanamo'da kalmaya devam eden diğer bazı tutuklular için endişeleniyorum. Hiçbir insan bu muameleye ve izolasyona dayanamaz. Bana yapılanların geri alınamayacağını biliyorum. Ama ABD'nin atması gereken adımlar olduğunu ve oradaki tutuklular için çözüm bulması gerektiğini de biliyorum. Çok teşekkürler.’
Kurnaz, Guantanamo'daki sorgular sırasında soğuk suya batırılıyor, kafası suyun içindeyken Amerikan askerleri tarafından tekmeleniyordu. Nefes almaya çalışırken boğulup öleceğinden korkuyordu, defalarca dövüldü, yüzüne biber gazları sıkıldı, uzun süre zincirlendi, elektrik şokla cezalandırıldı, kimi zaman sırf kuşlara yem verdiği için dahi dayak yedi, kadın sorgulayıcılar tarafından cinsel tacize uğradı. Sorgulayanlar onun El Kaide örgütünden olduğunu iddia ettikçe o itirazlarını sıralıyordu. Bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Hayatla tüm bağları kopartılmış, bir Amerikan üssünde tutulurken, kendisine sadece bir defa annesinden gelen mektup verildiğinde, mektubun tamamı okunmayacak halde karanlanmıştı. Murat Kurnaz’a kalan annesinin onu merak ettiğine dair çok silik bir işaretti. Kurnaz, Ağustos 2006'da serbest bırakıldığında, Güney Almanya'daki bir ABD hava üssü olan Ramstein'da Alman yetkililere teslim edildikten ve ailesine kavuştuktan sonra normal hayata yavaş da olsa uyum sağlamaya çalıştı. Gemi inşaatçısı olarak eğitim aldıysa da o işine devam etmedi. Onu Guantanamo’da tutukluyken terk eden karısının ardından bir kez daha evlendi, bir kızı oldu ve şu anda Bremen’de yaşıyor. Festivallere gitmiyor, ödül törenlerine katılmıyor. Guantanamo'da geçirdiği günleri unutmasa da Amerikan halkına karşı bir kin taşımadığını söylüyor. Hâlâ Murat Kurnaz'dan da bir özür dilenmiş değil.
Ağlaya ağlaya okudum. Bu kadar detaylı ve çok yönlü anlatımlara hasret kaldığımı da fark ettim.
Nefesimi tuta tuta okudum. Hem yaşananların etkisi hem de sizin yazım diliniz. Dün gibi hatırlıyorum. Kuzenimi Atatürk havalimanına bırakmış, Galeria'da gezinirken beyaz eşya satan dükkanın vitrinin önünde 11 Eylül'ü izledim. Şaşkınlıkla, dehşetle ve gerçek mi diye düşünerek. Sonrası aynen yazdığınız gibi gelişti. Guantanamo cehennemi bir gün kapanacak mı? Orada yaşananlar ortaya çıkacak mı? 11 Eylül'de gerçekte ne oldu hiç öğrenebilecek miyiz? Adalet ne mi? Kolaylıkla eğilip bükülebilen ve yaşadığımız hayatta var olduğuna inanıp umut ettiğimiz çok bir yalan.