ağustosun en güzel yanı eylüle yaklaşması
meteor yağmurları, dolunaylar, arkadaş kayıpları, annie ernaux, jane fonda ve bay henry'nin sokağa attığı hayatı, kaşıklarla hayatta kalma teorisi, eylüle 19 günün kalması. 11 ayın sultanı.
kendime itiraf etmem zaman alsa da, mental ve fiziksel olarak düşük banketteyim ve çok zorlanıyorum. biri çok sert biri orta şiddette atlattığım iki covid’in bende bıraktığı arızalarla (aralıksız kulak çınlaması, kronik kas ağrısı) karanlıkta yolumu bulmaya çalışıyorum. her güne ağrı kesicilerle başlıyor, her akşamı ağrı kesicilerle bitiriyorum. bu zorlanma hali sokaklarını hiç bilmediğim, dilini hiç konuşamadığım küçük bir kasaba gibi. biraz yürüsem belki deniz kenarına varacağım ama işte üç adım ileri, beş adım geri, ve yol dik bir yokuş gibi önümde uzanıyor.
arkadaş kaybı zormuş mesela. insan kesinlikle barışamıyor, baş edemiyor. bir daha fısır fısır konuşamayacağın, kimsenin gülmediği şeylere güldüğün arkadaşlarının yok olması o kadar manasız ki. allah bir sürü acıyı verirken dermanını da veriyor gibi düşünürüm, derman bulmada çok eşikler aştığımı düşünürüm, ama yok burası çıkmaz sokak.
pre-menopoz da zormuş mesela. gerçi hayat bu, beklenen son (başlangıç), barışması daha kolay fakat baş etmesi zor. yıllardır zaptettiğin kalenin düşüşünü seyretmek gibi. her sıcak basması kaleye atılan alev topları gibi ve zamanlaması da sabit: gece geliyorlar. birden bire ‘biz geldik’ diye aşağıdan zile bağıran misafir gibi. sen don paça otururken gelen cinsten. ve tam olarak şuna benziyor, hani beceriksiz itfaiyenin yüzüne gözüne bulaştırdığı yangın söndürme tatbikatı var ya, sen söndürmeye çalıştıkça her yeri alevlerin sarması gibi. allahım yarabbim. çok zor. kolaylaştıran tek şey handfan denen alet. burada bu aleti bir bebekler bir de ben kullanıyorum sanki:) kesinlikle işe yarıyor, bir de ‘geçecek boş ver’ diyen yakın arkadaş gibi.
covid vakalarının arttığı haberleri eşzamanlı olarak amerikan medyasındaki yerini aldı. ve elbette aşılar da yeniden gündeme taşındı. aşının grip aşısı gibi her sene yenilenmesi gerektiği, booster aşıların faydası, covid testlerinin bedava olarak kütüphanelerde dağıtılacağı bilgileri arka arkaya sıralanıyor.
amerika’da hayat başka gidecek bir yol bulamadı da üç sene öncesine dönüyor gibi. sanki salgın yeniden başlıyor, sanki trump hiç gitmedi. bir sarmalın içine düştük çıkamıyoruz. aşıların bu kadar gazlanması normal mi? en başta söylemedikleri bilgileri bugün açıklamaları etik mi? bu hesaplı, karanlık ajandalı bilgilerle insanlar bir daha koşa koşa aşı olmaya gider mi? emin değilim.
sosyal medya iyileştirici bir yer değil. oysa bir zamanlar sanki biraz daha hafif bir yerdi. şimdiyse bir obruğa döndü, o bize biz ona bakıyoruz.
amerika’da uzun bir süredir ‘avoiding news’ denen bir mesele tartışılıyor. insanların haberlerden bıkkınlığı meselesi. sadece bizde değil burada da durum benzer yollardan geçiyor. ve burada da seçimler yaklaşırken, eski başkan trump’a dava üstüne dava açılırken zemin her geçen gün biraz daha sertleşiyor. aslında amerika yolunu çoktan kaybetmiş gibi her defasında kayaları teğet geçiyor ama bu sefer çarpacak gibi ilerliyor. çarpsa da sonrasında ‘acımadı ki’ diyeceklerine şüphe yok. fakat trump’la ilgili atılan her adım başlarına bela olacak. yaşanmışı var: ‘muhtar bile olamaz dediler’
tüm bu fiziksel, mental, ruhsal sıkıntıların içinde kitap okumaya, bir şeyler seyretmeye, internette long covid atlatanların bu dertle nasıl baş ettiğini araştırırken karşıma bu teori çıktı: kaşık teorisi. spoon theory.
kaşık teorisi, bir kişinin günlük aktiviteler ve görevler için ne kadar zihinsel veya fiziksel enerjiye sahip olduğunu açıklamak için kullanılıyor. ilk kez 2003 yılında bir blogger tarafından, christine miserandino tarafından ortaya atılmış. miserandino, lupus adlı kronik bir hastalığa sahip ve bu otoimmün hastalıkla yaşamanın zorluklarını anlatmak için bulduğu bir formül. bir akşam yemeğinde arkadaşlarına derdini tarif ederken, eline kaşıkları alarak anlattığı mesele şimdi amerika’da sağlık kurumları tarafından tartışılıyor.
KAÇ KAŞIĞINIZ VAR?
christine miserandino’nun tezi şu: kronik hastalığı olan insanlar, kronik hastalığı olmayanlara göre daha az kaşığa sahiptir. zaten christine miserandino da herkesin kaç kaşığa sahip olduğunu kendisinin belirlemesi gerektiğini vurguluyor. teori her birey için ayrı uyarlanmalı. ve herkesin her gün 12 kaşıkla güne başlayamayacağı da aşikar. bazen iki kaşıklık, bazen dört kaşıklık, bazen de sıfır kaşıklık enerjiniz olabilir. duş almak bir kaşıksa, bir arkadaşla buluşmak üç kaşık olabilir. ve sizin belki de sadece duş alacak enerjiniz vardır. bazı günler kaşıklarınızın sayısı fazla olabilir, ancak bunların bir sonraki güne taşınacağının garantisi yoktur. washington post gazetesi bu konuya dair çok güzel bir grafik haber yayınlamış. bence bir bakın.
not: buradan sonrası ücretli aboneler için:( yani bana ‘yazının gerisini okuyamıyorum’ diye attığınız mesajların sebebi bazı yazılarda paywall’la karşılaşmanız. dünyamızın derdi bu, her şeye para veriyoruz ama iş yazı yazan insanlara para vermeye gelince, herkesi alıyor bir düşünce:) aslında substack de bunu değiştirmeye, dönüştürmeye çalışıyor. benim de ayda beş / altı dolar vererek abone olduğum yazarların asıl geçim kapısı substack. 10binlerce aboneleri var, benim abone sayım az, çünkü biz türküz, bedava şeyleri seviyoruz. lafı çok uzattım. keşke aramıza paywall’lar girmeseydi. ikinci not: hayat hepimize (zaman zaman) gülmediği için, maddi sıkıntılar içinden geçenler varsa elifkey@gmail.com adresine mail atmanız yeterli.
Keep reading with a 7-day free trial
Subscribe to ÇETELE to keep reading this post and get 7 days of free access to the full post archives.